Sercan AKDERIN
HİLAL-İ AHMER
Denizin Dibinden Merhabalar Sevgili Okuyucular,
11 Haziran 1868 yılında bir grup inanmış insanın elini taşın altına koyduğu girişimin adıdır ‘Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti’…
19 Nisan 1877’de ‘Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ olarak adını resmen dünyaya ilan etti…
Yıllar içinde kargaşalardan ötürü açıldı kapandı ama dünyada insanlığın değerinin ön plana çıkmaya başladığı dönemlerdi ve insanlığa hizmet etmek isteyen hep birileri vardı…
28 Nisan 1935’te ‘Türkiye Kızılay Cemiyeti’, 22 Eylül 1947’de nihai adı olan ‘Türkiye Kızılay Derneği’ ismini aldı ve kuruluş felsefesine bağlı kalarak gönüllülük esası ile her savaşta, her doğal felakette gerek barınma, gerekse gıda problemleri konularında halkının yardımına koşan ülkemizin en büyük derneği ve gönüllü kuruluşu oldu…
1954 yılına gelindiğinde bünyesi altında kendi çadırlarını diken ve stoklarını yapan bir atölye açtı…
2005 yılında ‘Türk Kızılay Derneği’ parlak zekalı yöneticileri sayesinde, küresel piyasaların gelişmesini, 51 yıllık çadır dikim tecrübesini de göz önünde bulundurup, gönüllük esasıyla başladığı yolculuğuna birazda ticari fayda güdebilmek adına ‘Çadır Üretim Merkezi’ adı altında yan bir tüzel kişilik olarak işletme mantığıyla yeniden yapılandırıldı…
2009 yılında ‘Yerleşim Sistemleri Üretim İşletmesi’ adı ile yurt içi ve yurt dışına bazen insani yardım amaçlı, bazen de ticari faaliyetler çerçevesinde satışlar yaparak kapasitesini büyütüp üretim merkezlerini arttırmıştır…
2019 yılına geldiğimizde bu yan kuruluşta şu an ki adı olan ‘Kızılay Çadır&Tekstil’ ile çadırın yanı sıra kişisel koruyucu ekipman ve tekstil ürünleri alanlarında da üretim yapmaya, bunları da ücreti mukabilinde satmaya başlamıştır…
Bu tarihi bilgileri paylaştıktan sonra anlıyoruz ki ‘Kızılay’ yan kuruluşu sayesinde ürettiklerini satabilen bir firma ortaya çıkartmış ve herkesin bu aralar tartıştığı gibi şaibeli bir tutum sergilememiştir…
Lakin ülkemde bir felaket olurken birilerinin ticareti düşünüp hareket etmesi normal midir?
Memleketimin en büyük gönüllülük esasına bağlı çalışan derneği gönüllülük işlerini bıraktı ise bunu dünya ile paylaşıp bildirmesi gerekmez mi?
Neden başka kişiler, dernekler ya da kurumlar benim Osmanlımdan miras kalan Hilal-i Ahmer’imden daha fazla prim yapmak durumunda bırakılıyor?
Felaket yaşayan her bireyin barınma ihtiyacını karşılamış olsaydı ve zaten 2005 yılından beri satış yaptığını anca gündeme geldi de öğrendik belki ama ondan sonra nereye ne istiyorsa satsaydı kimse buna bu kadar tepki gösterir miydi?
40 kişilik ekibi olan bir dernekten daha mı az gönüllüsü veya çalışanı vardır koskaca 155 yıllık kuruşun ki böyle bir durumda çadır satma ihtiyacı hissetmiştir?
Sorup cevabını alamayacağım sorularım bu kadar…
Hepinizi yürekten selamlıyorum…
Saygılarımla…
Sercan AKDERİN