Sercan AKDERIN
HATAY
Denizin Dibi Köşesinden Herkese Merhabalar Sevgili Okuyucular,
Öncelikle bu yazımız kısa anlatılamayacak bilgiler içerdiği için bir bukle uzun olacak. Sabırla okumanızı temenni ederim…
Ankara’nın Gölbaşı sapağından Adana istikametine doğru ilerliyorduk, uçsuz bucaksız bozkırların üzerindeki tam erimemiş karları eşliğinde, Bursa’dan başlayan uzun yolculuğumuzla beraber biraz umut biraz neşe götürmek için düştüğümüz yolculukta afet sebebiyle devletimin ücretsize çevirdiği üç şerit gidiş, üç şerit geliş otobana girdik. Yol bizi götürüyordu acıların üstüne lakin sevinemiyorduk kaymak gibi yolda yolculuk yapmaya, tek sevindiren görüntü sıra sıra tırların üstünde ikişer ikişer konulmuş prefabrik yapıların ev olarak halkıma verilecek olmasının mutluluğuydu içimizi ferahlatan…
Adana’ya yaklaştıkça yeşillikler görmeye başladık, gözümüze aşina manzaralardı bunlar, yabancı hissettirmiyordu bu sayede Anadolu’nun yüreği geniş insanlarının diyarı, bizleri misafir eden herkesin ‘Dayı’ diye hitap ettiği ilk günden beri sürekli Hatay bölgesine yardım taşıyan Cemil ağabey ve ailesinin misafiri olduk, uzak diyarlardan dost görmenin mutluluğu ve telaşı tanıştığımız herkesin gözünden okunuyordu. Anadolu’nun kendine has misafirperverliği eşliğinde hüzünler alıp neşeler vermeye gelmiştik ama hepimiz bir hüzün denizinin içinde yüzmeye başladık acı hikayeleri dinlerken. Adana diğer şehirlere göre nispeten daha iyiydi genel görünüm olarak 18 bina yıkılmış 30 kadar binada ağır hasardan ötürü yıkılacak bilgisini aldık ve ilk gecemizi Adana’da geçirdik. Sabah saatlerinde Adana esnafından da topladığımız yardımlarla beraber Hatay’a doğru yola çıktık lakin Hatay’dan geri kalan beton yığınlarına gittiğimizi henüz tam olarak bilmiyorduk. Önce İskenderun’a geldik burada canını dişine takmış her telefona bir yardım götürmeye çalışan, muhtemelen o kargaşadan ve yaşadıklarından yemek yemeyi kendine zul bulmuş bundan ötürüde bir deri bir kemik kalmış Özgür ağabey ve ailesiyle tanıştık. Bölgenin tamamında barınma sorunu baş göstermiş, zaten başını sokabilecek bir ev bulmak imkansız hale gelmiş tüm bunlar yetmezmiş gibi boş evlerin bazılarını sahipleri fahiş fiyatlara vermenin derdine düşmüş, kimi insanlar kullanmadığı evlerini eşyaları ile depremzedelere bir süreliğine hibe ederken, kimileride bu mağduriyetten fırsat bulup çok para kazanmanın derdine düşmüş yani meleklerle şeytanlar aynı bölgede buluşmuşlar. Burada kırtasiye esnafı arkadaşlarla tanıştık dükkanları yıkılmış, yıkıntılar arasından mallarını kurtarmaya çalışıyorlar kendilerini riske atarak, ne yapsınlar mal canın yongasıdır bir yerde, ama en çok şu cümleleri dokundu içime ‘ne yapalım malımızı kurtarırsak başka yerde devam ederiz kurtaramazsak sektöre veda edeceğiz’ dediler. Çaresizlik bölgenin kaderi olmuş şu aralar, umutlarını yitiren insanların diyarına dönüşmüş medeniyetler şehri..
İskenderun’un ana yola yakın dış bölgeleri nispeten sağlam ama iç bölgeleri perişan vaziyette, Özgür ağabeye gelen yardım taleplerini gidermek ve Bursa’dan çıkarken asli görevimiz olan çocuklar için Antakya’ya doğru düştük yola, ‘çıktım Belen Kahvesine’ türküsündeki Belen’den geçiyoruz, girişinde sağlı sollu yıkıntılar ve hasarlı binalar göze çarpıyor, hasarlı binalardan asansörlü taşıyıcılarla eşyalarını kurtarmaya çalışanlar göze çarpıyor. Ana yolun alt tarafında Kızılay çadırları görüyorum 15-20 adet Belen içine ilerlerken, Belen içi daha yüksek kayalık bir bölgenin üstüne kurulmuş gibi burada durum daha iyi çok fazla yıkılan bina göremedim. Tarım arazileri olsun diye ağalara zamanında peşkeş çekilmek için insan eliyle kurutulan Amik Gölüne bakıyorum ‘Kıcı’ mahallesinin tepelerinden, Gölü gitmiş Ovası gelmiş yerine binlerce dönüm, ucu gözükmüyor sanki bir yeşil denize bakıyorum alabildiğine fakat doğa verdiğini her zaman geri alır ya hani, yer yer göl yine gözükmeye başlamış depremden sonra, kime dokunsam kiminle konuşsam buralarda herkesin ağzında ortak bir söylem var ‘2 gün buralarda ne helikopter gördük ne arama kurtarma’ diyorlar. Mecburiyetten kullanılan arabalar görüyorum Antakya’ya ilerlerken, yarısı yok ama yürüyeni sağlam koli bantlarıyla üstü kapatılmış araçlar, yol boyunca insanlar boş bulduğu,kendini güvende hissettiği, bahçelere, açık depolara kah çadır kurmuş, kah arabalarının ya da kamyonlarının içinde yaşam mücadelesi veriyorlar. Canını kurtarabilen herkes şimdide malını kurtarabilmenin derdine düşmüş, Kıcı’nın tepelerinden gördüğüm o sulak, verimli tarım arazilerine yapılan yerleşimlerin yanlarından geçiyoruz, yol boyu yıkık, hasarlı binalar görüyoruz, dükkanların hepsi ya yıkık ya kapalı, sokaklarda kalan malzemelerini kimse toplamaya çalışmıyor, muhtemelen sahipleri ya toprak altında ya hastanede ya da buraları terk etmiş. Dere yataklarına yapılmış müstakil evler derelerin içine yatmış, villalar yıkılmış, apartmanlar yıkılmış, gece kondular yıkılmış, yol boyu neredeyse yıkılmamış ya da hasar almamış bina yok denecek kadar azdır. Bir benzinlik görüyorum komple içine gelen kıyafet yardımları atılmış sanırım her yer kıyafet dolu, insanlar yerlerden kıyafet alıp kendine çocuklarına deniyorlar, sokaklarda yayalar tek tük görüyorum şehir ölü şehre dönmeye başlamış gibi, anca yemek dağıtımı yapılan tırların, stantların önlerinde uzun kuyruklar görüyorsunuz. Her kuyruğun başında askerimiz nöbet tutuyor izdihamı önlemek için, sokaklarda asker, polis, bekçi, özel harekat sayısının yoğunluğu göze çarpıyor, güvenlik önlemleri hat safhada, Antakya merkezinde Sevgi Parkı’na doğru ilerliyoruz okul bahçesinde büyük bir İBB koordinasyon merkezi kurulmuş, yanında AFAD çadırları kurulu, Sevgi Parkı çimenlikleri tamamen çadır dolu, halkın kendi imkanları ile kurduğu çadırlara benziyor bunlar genelde muşambalarla çevrililer. Almanya’dan gelen bir derneğin dağıttığı kuru fasülye ve pilav yemeği standı gözüme çarpıyor başında gönüllü iki Alman ile ayak üstü sohbet imkanı buluyorum ve teşekkürlerimizi iletiyorum. Oradan gelen talep üzerine Sevgi Parkında bulunan başka bir derneğin yerine gidiyoruz, bu tarz yerler çekim alanı oluşturuyor halk toplanıyor buralara ihtiyaçlarının çoğunu bu gibi yerlerde karşılıyorlar. Oradaki yetkiliyle konuşma fırsatı buluyorum su, elektrik ve tuvalet sorunlarının çok büyük olduğunu söylüyor. Burada çocuklarla birebir iletişim kurma fırsatı buluyoruz gözlerinden parıltıları eksik olmayan geleceklerimize bakıyoruz hüzünlü olduğumuzu belli etmeden. Hatay’ın merkezinde araç girmeyen yerlere doğru yürüyoruz. Antakya’da oturulabilecek bir ev dahi olduğunu sanmıyorum, şu an milyonlarca lira nakit paranız olsun cebinizde, bir ekmek dahi alamazsınız bir yerden çünkü her yer ya yıkılmış ya da ağır hasarlı, halkın büyük bölümü terk etmiş buraları, kalanların çoğu Suriyeli mülteciler, garibanlar, çaresizler, gidecek yeri olmayanlar ve enkazlarının kaldırılıp ya cenazesini almayı ya da değerli eşyasını bulmayı bekleyenler buralarda, ölü bir şehirde geziyoruz eskiden Cumhuriyet meydanı olan bölgedeyiz her yer yıkık, memleketin her köşesinden kamyonlar ve kepçeler enkazları kaldırmaya uğraşıyor vızır vızır, bu sırada gözüme çarpan en önemli detay ise neredeyse devlet binalarının bir çoğu ayakta, çok az hasarlı görünümü var tebrik etmek gerekli, aynı hassasiyeti sivil binalarda da gösterselermiş demeden de geçemiyor insan. Antakya Hatay’ın tam kalbi en hızlı ticaretinin döndüğü çarşılar, dükkanlar hep buralardaymış şu an hiç biri yok, net olarak şunu söyleyebilirim sanki devlet büyük bir kentsel dönüşüm yapıyormuşçasına her yer yıkılmış, keşke öyle olsaydı…
Başka bir gelen talebi karşılamak için Antakya’dan Serinyol’a doğru gidiyoruz, Antakya’nın çıkışında araç trafiği çok yoğun tüm şeritler dolu bizde en sağdaki şeritten gidiyorduk meğer emniyet şeridiymiş oradan giden herkesle birlikte polis tarafından fotoğrafımız çekildi muhtemelen ceza yedik çok garip, virane olmuş şehirden aracı olanlar göç ediyor, otogarlar valizli aileler ile dolu, insan bu görüntülere üzülüyor umutlarını geride bırakıp yeni umutlara sıfırdan yelken açıyor halkımın depremzedeleri, Serinyol Antakya’ya göre daha iyi durumda hasarlı bina çok fakat yıkılan bina daha az ve orada bizimle irtibat kuran dostumuzun yanına gidince burada kimsenin ölmediği haberini alıyoruz ve bu buruklukta mutlu oluyoruz. Fakat burada da göç dalgası yaşanmış kalanlar yine aynı insan toplulukları, Suriyeli mülteciler çok yoğunlukta, bölgede geriye göç olmazsa demografik yapı tehlikesi baş gösterecek ve bir beka sorunu oluşturacaktır. Bu gözle görünür bir problem olarak hepimizin gözüne çarpıyor. Bir otel zinciri sahibinin desteğiyle kurulan, kır düğün salonu sahiplerinin de yerini vermesiyle günlük 3.000 kişiye yemek çıkartılan bir çadır kent bölgesine geliyoruz. Bu tarz yerlerde güvenliği Jandarmamız sağlıyor hepsi çok ilgililer, Bursa’dan geldiğimizi duyunca herkesin ister istemez gözleri doluyor. Çocuk her yerde çocuk acıları kolay unutuyorlar, çadır kenti gezdiren görevli personelle çocukların bulunduğu bölüme gidiyoruz gönüllü öğretmenler sayesinde etkinlikler yapıyorlar, oyunlar oynuyorlar, ben izlerken sandalye kapmaca oynuyorlardı. Burada emeği geçen herkese yürekten teşekkürlerimizi edip, taleplerini karşılayıp çıkıyoruz. Akşamüstü altı da yemek servisi başlayacakmış biz çıkış yaparken kırk dakika vardı ve kapının önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu gözümüzün ucuyla bakabildik utanarak, eline tencere, tava, plastik kap ne bulduysa onunla erkenden yemek alabilmek için sıraya erkenden geçen insanlarımızı gördük ve içimiz yine buruklaştı. Dönüş yolumuza geçiyoruz Serinyol’dan İskenderun’a doğru Ovakent mahallesinin yanından geçiyoruz burası Turgut Özal’ın zamanında gelen Afgan halkının yoğun şekilde yaşadığı bir mahalle genelde gecekondu evlere sahip olan Ovakent genel itibariyle iyi gözüküyor ama insanlar evlerinin önünde bile olsa çadırlarda yaşıyorlar. Bu bölgeler hava şartları açısından çadırda yaşamaya daha elverişli bölgeler olduğu için insanlar nispeten biraz daha şanslı, yeşil derya Amik Ovasının yanından yolculuğumuz İskenderun üstünden Payas’a doğru devam ediyor. Enkaz altlarında kalmış paramparça arabalar kurtarıcılar ile bir yerlere götürülüyor. Yüzlercesi daha binaların altında sıkışık vaziyette duruyor ve çıkarılıp hurdaya gideceği zamanı bekliyor. İnsan buralarda utancından yetişkin kimseyle konuşmak istemiyor. Kime dokunsan bir hüzün ya da bir mağduriyet var; uzunca bir sürede geçecek gibi durmuyor. Her yerde yardımlar çok koordineli yapılmaya çalışılıyor. Dillerde ortak dolaşan söylem ‘bir şey dağıttığınızı anlarlarsa yüzlerce kişi bir anda etrafınıza üşüşüyor, ihtiyacı olmasa bile dağıtılan yardımdan almaya çalışıyor ve kapış kapış bir ortam oluşuyor’ deniyor. O yüzden gönüllü yardımseverler bu işleri daha nizami olması için asker ve polis yardımıyla bir disiplin içinde organize etmeye çalışıyorlar. Payas’a giriş yapıyoruz. Payas, İskenderun ve Hatay merkezlerine göre çok çok iyi durumda, tabii burada da insanların birçoğu çadırlarda kalıyor. Henüz evlerindeki hasar tespitleri yapılmadığı için ve deprem korkusu ile binaların içine girmek istemiyorlar. Benim dolaşabildiğim kadarıyla Hatay’ın genel görüntüsü bu şekilde içler acısı bir tablo, daha yapılması gereken onlarca iş var, konteyner evlerin kurulup verilmeye başlanması da sıraya tabii olacak. İlk olarak şehit yakınları daha sonra engelli vatandaşlara öncelik verilerek yavaş yavaş teslim ediliyor. Çaresizlikten buralarda kalan halka yardımdan başka çare yok, hayat sadece hayatta kalabilmek noktasında.. Paranın geçebileceği bir yer yok, umarım sistematik olarak doğru destekler yapılabilir. Bölgede halkın devlete karşı güveninin kaldığı söylenemez derecede karamsarlık mevcut, yardımseverler ellerinden geleni yapmaya çalışıyor ama kaç gün sürecek bu düzen. Acilen bu işlerin organize edilip devlet eliyle profesyonel bir şekilde tasarlanması ve güçlü devlet yapısının sağlanması gereklidir.
Bu uzun yazımın sonuna gelirken bir isimden bahsetmeden edemeyeceğim 'Alman Eczacı Ursula Hanım' ileri yaşına rağmen depremin ertesi günü iki valiz ilaç ile dilini bilmediği, daha önce hiç gelmediği bir ülkeye yardım için Adana havalimanına iniş yapmış tabi ilaçlarını almamışlar içeriye ama kendisi ben gideceğim demiş ve on gün boyunca Kahramanmaraş, Adıyaman, Hatay'da çadırlarda kalarak bir işin ucundan tutmuş en son olarak bizi evinde yemekte ağırlayan Fatma ablamızla yolu kesişmiş ve hep beraber bir akşam yemeği yeme fırsatına eriştik. Sonsuz teşekkürlerimizi bildirdik, ülkemiz toprakları üzerindeki hemen herkes birşeyler yaptı bu felakete kayıtsız kalmadı fakat yaptığımız para yardımları vicdanımızı rahatlatmasın, birilerine dokunmaya çalışalım, o insanların gözlerinde ki minnet duygusunu ve parıltıyı başka hiçbir yerde göremeyeceğinizi bilmenizi isterim.
Bizi Adana’da evlerinde ağırlayan Cemil, Özgür, Savaş ve İbrahim ağabeylere yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Bir ekip halinde bölgedeki ihtiyaçları ellerinden geldiğince çözmeye çalıştıkları için ve bize de bu fırsatı tanıdıkları için kendilerine ne kadar şükranlarımı sunsam az…
Acıları ve hüzünleri aldık sırtımıza çıktık Bursa’ya dönüş yoluna… Umutlar bıraktık sevinçleri yeşertmesi için, hayalleri diriltmesi için, umarım başarılı olabilmişizdir. Yaklaşık bir ay sonra daha büyük bir organizasyon planlama niyetiyle hepinize sevgiler sunuyorum.
Saygılarımla…
Sercan AKDERİN