"Galatasaray bu performansla Dortmund'a yetmez!"
Milli maçlar için verilen aranın ardından yeniden ligimize döndük. Ay-yıldızlıların çizdiği kara tabloya rağmen, geçen hafta oynanan maçlardaki futbol ve performanslardaki kıpırdanma, biraz olsun yüreğimizi serinletti.
Hep kara bulutlardan söz ediyorduk ya, Galatasaray-Fenerbahçe derbisindeki centilmenlik havası içimizi ısıttı, “İsteyince oluyormuş” dedirtti. Derbiyle başladık, ağabeyimiz Şansal Büyüka ile sohbetimize yine TT Arena’daki mücadeleden devam edelim ve kazanana öncelik verelim.
Öncelikle Fenerbahçe karşısındaki Galatasaray’ın doğruları nelerdi? Bu doğrular kazanması için yeterli miydi?
- Galatasaray’ın tek doğrusu vardı, o da Sneijder... Şunu unutmayalım, Galatasaray seyircisi bile, ikinci yarının ilk dakikaları dışında hep homurdanıp durdu. Bu maçın sonucunu etkileyen sadece iki şey var. Sneijder’in avcılığı, Bruno Alves ‘in akıl tutulması...
Sneijder, Gheorghe Hagi gibi iz bırakabilecek mi?
- Sneijder, Türkiye’ye gelirken, belki de Hagi’den çok daha marka bir oyuncu olarak geldi. Ancak Türkiye’de Hagi izi bırakmak, o kadar kolay değil.. Her iyi oynayana “Hagi” benzetmesi yaparsak, Hagi’nin sarı- kırmızılı forma altındaki o büyük futboluna ve emeğine haksızlık etmiş oluruz. Hagi, sadece golleriyle değil, maçın her dakikasında, her saniyesinde vardı. Sneijder’i gole kadar, uzaktan attığı şutlar dışında pek de görmedik. Sneijder’i bu maçta oyunu değil, son beş dakikaya sığdırdığı iki inanılmaz golü öne çıkardı. Bu golleri maçtan çek al bakalım, futbol adına konuşulacak ne kalırdı?
Fenerbahçe maçındaki oyun ve futbol, Şampiyonlar Ligi’ndeki B.Dortmund maçı için yeterli olur mu?
- Galatasaray doğal olarak yüksek bir moralle çıkacak. Dortmund kendi liginde tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Ama Şampiyonlar Ligi grup maçlarında henüz kaybettiği puan yok. Tamam, Dortmund çok kötü ama Galatasaray çok iyi değil... Kısacası, Dortmund ne kadar kötü olursa olsun, biz önce kendimize bakalım. Fenerbahçe maçındaki Galatasaray, Dortmund’u yenmeye yetmez. Çok daha fazlası lazım.
Galatasaray adına önümüzdeki günlerde bir başkanlık seçimi var. Kulüplerin kulislerini iyi takip eden bir spor yazarı olarak hangi adayı daha şanslı görüyorsunuz?
- Galatasaray‘da kongrenin çok içindeki arkadaşlarla konuşuyorum. Ortak akıl ve görüş şu: Hangisi kazanırsa kazansın, Galatasaray ‘a yetmez. Bu görüş, kimin kazanacağından çok daha önemli. Hepimiz biliyoruz ki, parasal olarak Galatasaray’ın neredeyse nefes alacak hali yok.
Gözümüzün pası silindi
Haftanın değerlendirmesini yaparken, size göre 6. haftanın en güzel yanı ne oldu?
- Haftanın en büyük kazanımı, uzun süredir hasret kaldığımız dostluk gösterimleri oldu. Adeta gözümüzün pası silindi. Galatasaray-Fenerbahçe maçının öncesi ve sonrasında, örneğin maç sonu Prandelli’nin Fenerbahçeli oyuncuların tek tek elini sıkışı, İsmail Kartal’ın ciddi biçimde canını yakmasına rağmen Sneijder’i golleri için tebrik etmesi, daha bir dizi benzer görüntü ve açıklama... Ankara’da Bilic’in 1-0 yenik oynarken bile kendilerine golü atan Da Costa’yı kutlayışı, maç sonu yine Bilic ile Roberto Carlos’un içten sohbeti... En büyük rakipler, birbirinin bileğini bükmek için ölümüne mücadele verenler, o rekabeti saha içinde bırakıyorsa, bize ne oluyor? Seyirciye, Başkan’a, yöneticiye, medyaya... Bizlerin de o gösterilere katılması ve teşvik etmesi gerekmiyor mu?
Hakemler yine başrolde!
- Bir- iki maç dışında çok ciddi bir hakem hatasının olduğunu düşünmüyorum. Bazı kararlar var, hakemin yorum alanına giren... O pozisyonlardaki kararlara “yanlış” dememiz çok doğru değil. Neye göre yanlış, kime göre yanlış.
Geçmiş olsun!
Fenerbahçe bu sezon genelde orta alanda “al gülüm-ver gülüm”e döndü. Rakibe batamıyor, ezemiyor, hırpalayamıyor. Hep söylüyorum, geçen yıl izlediğimiz Fenerbahçe’yi bu yıl kimse beklemesin.
Fenerbahçe’ye dönelim. İlk yarıda öne geçme fırsatını kaçıran sarı-lacivertliler, ikinci yarıda önce Alves ile vuruldu, Sneijder ile aklı tutuldu.
Fenerbahçe nerede yanlış yaptı? Neden kaybetti?
- Fenerbahçe’nin kaybetmesini, sadece Alves’in atılışına bağlamak, kendini kandırmak olur. Fenerbahçe orta alanda etkili oynadı ama çoğu maçta olduğu gibi hücum organizasyonlarında ve son vuruşlarda çok yetersiz kaldı. Şu unutulmasın; Galatasaray ‘ın bu maçtaki en büyük gol şansı Sneijder’in dış şutları... Bakıyorsun, Sneijder tam sekiz şut attı. Dördü dışarıya, dördü çerçeveye... Kaleyi bulanlardan ikisi Volkan’da kaldı, diğer ikisi bir sağ, bir sol köşeden toz aldı. Hele ikinci gol... Sneijder, kendi yarı alanından topla geldi, en az 50 metre o topu sürdü, bir oyuncu karşılamadı. Tamam, maçın sonu ve bir eksiksin ama, adam 5 metre değil, 50 metre geliyor. Yoldan geçsen önüne çıkarsın. İddia ediyorum, Sneijder sıradan bir lig maçında bile bu kadar engelsiz, bu kadar baskıdan uzak şut atmamıştır. Yenilginin tek nedeni Alves olamaz, bu Fenerbahçe’yi kandırır ve eksiklerini görmesini engeller.
Önce Bekir, şimdi de Alves... Bu kartların bir açıklaması var mı?
- Önce Bekir, sonra Alves diyorsun, doğru... Aynı iki hareket, arka arkaya iki maçta, iki stopere kırmızı kart... Bekir’i anlarım da, Alves için normal... Huylu huyundan vazgeçer mi? Takım içinde sanki bir otorite sorunu var gibi...
Geçen haftalarda Diego’yu kantara çıkarmıştık. Şimdi de Diego’suz bir Fenerbahçe izledik. İkisi arasındaki fark sizce ne?
- Diego, W.Bremen’de oynarken, dünyanın sayılı yıldızlarından biriydi. Ama sonraki yıllarda “göçmen kuşları” gibi her yıl bir takıma savruldu. İki yıl bir takımda barınamadı. Böyle bir ortamda da Fenerbahçe’ye geldi. Sen zaten Avrupa maçı oynamıyorsun, Galatasaray maçı da oynamayacaksan, nerede kaldı büyük futbolculuğun... G.Saray’a Hagi, F.Bahçe’ye Alex geldiğinde “Zamanı var” dedik mi? Dakika bir çıktılar, oynadılar, harikalar yarattılar. Diego’nun yararlı bir transfer olduğundan birinci günden kuşkularım vardı, halen var.
Fenerbahçe’deki bu gidişat ve Galatasaray yenilgisi, İsmail Kartal’ın geleceğini etkiler mi?
- Ben Galatasaray yenilgisi için İsmail Kartal ‘ı çok da eleştiremem. Maçı genelinde kötü götürmedi. Ama Fenerbahçe bu sezon genelde orta alanda “al gülüm-ver gülüm”e döndü. Rakibe batamıyor, ezemiyor, hırpalayamıyor. Hep söylüyorum, geçen yıl izlediğimiz Fenerbahçe’yi bu yıl kimse beklemesin. O konuda geçmiş olsun.
Kenardan top gelsin gerisine karışmayın
Lider, Başkent’te de lider... Her ne kadar Ankara’da oynanmış olsa da, Beşiktaş, ilk iç saha galibiyetini Sivas’tan aldı.
Kartal, Osmanlı Stadı’nda devam etmeli mi?
- Ohh be Bilal, ohh... Nihayet bir düzgün zemin gördük, tribünleri dolu bir stat gördük ve her zamanki diri, heyecanlı Beşiktaş’ı gördük. Maç sonu konuşmalarına baktığımda Bilic, Ankara’da oynamaya da pek niyetli değil. İstanbul istiyor. Ayrıca Ankara’nın kışı çok sert. Beşiktaş için Başakşehir’i tek çare görüyorum ama, işi çözemiyorlar. Sen Galatasaray’sın, sen Fenerbahçe’sin, şampiyonluk yarışı yaptığın Beşiktaş’a “gel benim sahamda oyna “ der misin ? Üstelik bu iki kulüp dördüncü yıldız peşine düşmüş Beşiktaş ‘ı dikkate bile almıyorlardı. Şimdi altıncı hafta sonunda gördüler ki, göçebe gibi dolaşmış olsa bile bu Beşiktaş kendilerinden daha iyi oynuyor, daha iyi görüntü ortaya koyuyor. Bu saatten sonra statlarını hiç vermezler. Korku dağları bekliyor.
Demba Ba, iki gol bir asist... Senegalli oyuncu yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Bu oyuncu için ne diyeceksiniz?
- Demba Ba geç kalan bir başlangıç yaptı. Kalitesi ortada. Henüz genç... Ama olayı sadece Demba Ba olarak yorumlarsak, rakip alanda adeta “atış dansı” yapan diğer oyunculara haksızlık ederiz. Sağda Gökhan Töre, solda Olcay, hemen arkada Oğuzhan, Atiba, hatta Veli... İnsan seyrederken başı dönüyor. Beşiktaş bu ülkede rakip kaleye en çabuk ve en kolay giden takım. Ama Demba Ba şunu gösterdi; kenarlardan topu getirin, gerisine karışmayın. En önemlisi: Sahada işinden başka bir şeyle uğraşan oyuncusu yok Beşiktaş’ın... Onun için herkese sıcak ve sempatik geliyor Beşiktaş...
Halilhodzic’in yapısı bu...
Sezonun ilk galibiyetini alan bir Trabzonspor ama tribünlerinin dörtte üçünün boş olduğu bir Trabzonspor...
Seyirci neden takımına bu kadar uzak duruyor?
- Sevgili Bilal, Trabzon’da Avni Aker’deki ıssızlığı olağanüstü yağmura bağlayabiliriz. Ama Trabzonspor seyircisi 3 Temmuz sürecinden bu yana futbola küstü gibi... Gelmiyorlar. Haksızlığa uğradıkları duygusuyla yaşıyorlar. Ama maça gelmemek, bir anlamda Trabzonspor’u cezalandırmak oluyor. Bunun farkına varmalılar.
Halilhodzic bu maçta da iki kez hakemlerle tartıştı. Ancak basın toplantısında “Ben dilinizi bilmiyorum. Ben hakemi, hakem beni anlayamıyor. Dolayısıyla beden dilini kullanıyorum. Ve bu dışarıdan çok farklı anlaşılıyor” dedi. Bu gerekçe Boşnak hocayı haklı kılar mı?
- Bilal, Halihodzic’in yapısı bu... Maçı yoğun yaşıyor, tepkisi aşırı. Dikkat et, Mersin maçında tercümanı, sahaya girmesini engellemek için yoğun çaba harcadı. Kırk yıllık alışkanlığı zor düzeltirsin. Halilhodzic bu sezon tribünlere gönderilmeye devam eder. Ancak şunu kabul edelim; Hırslı ve zor beğenen bir hoca... Bu kendi ve takımı adına güzel bir şey. Kaldı ki, Trabzonspor henüz bir şey oynamıyor. Aslında Trabzonspor’un iki Cezayirlisi ile birlikte Costant’ı, Yatabare’yi, Cardozo’yu, Waris’i, hepsini bir arada oynatabilmenin çaresini bulmalı. Bu kadar yüksek kalite bir arada olursa, sanırım sonuç da, iyi futbol da daha çabuk gelir.