GDO yalanları
Yasak olmasına karşın bebek mamasında GDO’ya rastlandı. Bir fındık ezmesinde GDO’ya rastlandı ve fındık ezmeleri toplatıldı. Şu sıralar bir mantı firmasının kullandığı soya davalık durumda. GDO konusunda halk tedirgin. Kimse GDO’lu gıda tüketmek istemiyor. Ancak GDO’lu yemle beslenen hayvanların eti, sütü, yumurtası hiçbir etiketlemeye dahi gerek duyulmadan tüketime sunuluyor. GDO konusunda yeterince bilgili de değiliz.
Tüysüz şeftali, kare şeklindeki karpuz GDO’lu mu? GDO’lu gıdaları nasıl anlarız? Annaannemizden kalan tohumlar bizi GDO’dan kurtarır mı? Bu soruların cevabını kamuoyunda pek çok insan bilmiyor. Uzun bir süredir GDO üzerinde çalışan GDO’ya Hayır Platforu’nun da bileşeni olan İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Atalık GDO hakkında bilmemiz gerekenleri anlattı.
GDO neden hortladı?
- 29 Mayıs 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) Yönetmeliği değişikliği ile ‘GDO Bulaşanı’ tanımı getirildi. Bu değişiklikle binde 9 eşik değer uygulaması getirildi. Yani bir üründe binde 9 GDO varsa, bu ‘bulaşıklık’ sayılacak.
Bulaşanın Biyogüvenlik Kurulunca onaylanmış gen olması durumunda bu ürünlerin onay amacına uygun olarak kullanılabileceği hükmü yer aldı. Kısacası, istenmeyen GDO’ların ürünlere bulaşma imtiyazı sağlandı. Oysa Biyogüvenlik Kanunu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına istenmeyen GDO bulaşmalarını önleme görevi vermiştir, imtiyaz sağlama yetkisi değil. Bu haliyle yapılan değişiklik kanuna aykırılık içermekte. Kanunun izin vermediği bir konu yönetmelik değişikliği ile aşılmaya çalışılıyor. Bakanlığın açıklamalarında sadece yemler için bu imtiyazın getirildiği söylenmesine karşın metinde ‘ürün’ tabiri kullanılmış. Bu da gıdayı da içine alıyor. Ayrıca GDO Bulaşanı tanımında GDO teknolojisi uygulanmayan ürünlere de GDO bulaşmasından bahsediyor. Bu da tüm gıdaları risk altında bırakıyor.
GDO nedir?
- Tüm canlıların hücrelerinde genler yer alıyor. Genler canlıların tüm yaşamsal şifrelerinin içerisinde yer aldığı yerlerdir. Tüm kalıtsal veriler genler vasıtasıyla bir sonraki nesle aktarılır. İlerleyen bilim ve teknoloji artık canlıların hücrelerinin içindeki gen dizilimlerine kadar müdahale edip onlara bünyelerinde olmayan özellikler yükleyebiliyor. Bu kapsamda bitkiye bir toprak bakterisinin zehir salgılayan geni aktarılarak tüm dokularında zehirli protein üreterek kendine zarar veren böcekleri öldürebiliyor. Doğa hiçbir zaman böyle bir olaya müsaade etmiyor. Bu yönüyle GDO’lu tohum hibrit tohumdan ayrılıyor. Hibrit, birbirini dölleyebilen yaşam formlarının oluşturduğu azman melezdir. Doğadaki biyolojik çeşitlilik de hibritleşme yoluyla sağlanıyor. Bu nedenle bu iki kavramı birbiriyle karıştırmamak gerekiyor. GDO doğanın işleyiş mekanizmasına aykırı bir oluşum.
EN ÇOK SOYA, PAMUK, MISIR VE KANOLA GDO'LU
GDO’dan kurtuluş yok mu?
- GDO teknolojisi dünyada sadece 5-6 çok uluslu şirketin elinde. Bunların içinde de sadece bir tanesi piyasanın yüzde 90’ını elinde bulunduruyor. Müthiş bir tekelleşme var. Bugün dünyada 175 milyon hektar alanda GDO’lu tohumla üretim yapılıyor. Ancak toplam tarım alanı 4 milyar 900 milyon hektar. GDO’lu tohumla tarım yapılan alansa bunun yüzde 3.5’i. Yani dünyadaki tarım alanlarının yüzde 96.5’inde GDO’suz tohum kullanılmakta. Dünya çiftçilerinin ise sadece yüzde 0.7’si GDO’lu tohumla tarım yapmakta. Çiftçilerin yüzde 99’dan fazlası GDO’lu tohum kullanıyor. Sanki GDO her yeri kuşatmış zihniyetinden kurtulmak gerekir. Sadece GDO’lu 4 ürünün ticari amaçlı ekimi yaygın. Günümüzde soyanın yüzde 79’u, pamuğun yüzde 70’i, mısırın yüzde 32’si ve kanolanın yüzde 24’ü GDO’lu tohumla üretiliyor.
"GDO TOHUMU EKMEK ÜLKEMİZDE YASAK AMA HAYVAN YEMLERİNDE VAR"
Hiç GDO’lu gıda yemek istemiyorsak ne yapmalıyız?
- Biyogüvenlik Kanunu’na göre ülkemizde GDO’lu tohumla tarım yapmak yasak. Yani, çiftçimizin ürettiği tüm ürünler GDO’suzdur ve gönül rahatlığı ile tüketilir. Biyogüvenlik Kurulu tarafından izin verilmiş herhangi bir GDO’lu gıda şu an için yok. Sadece yem amaçlı GDO’lu 16 mısır ve 3 soya çeşidine izin veriliyor. GDO’ya Hayır Platformu bu mısırlardan iki tanesine dava açtı ve kazandı. İzin iptal oldu. 3 soya çeşidi ile ilgili dava ise devam ediyor. Tüm yem amaçlı izinler iptal edilene kadar mücadele devam edecek. GDO’lara muhtaç olmamak için kendimize yeterliliği hedefleyen tarım politikalarına yönelmek gerekiyor. Gerek mısır gerekse soya ülkemiz toprak ve ikliminde yetiştirilecek ürünler. Hangi amaçla olursa olsun sınırlarımızdan içeri GDO girmesi durumunda yurt içinde takibini yapmak son derece zor.
"TÜRK HALKI GDO İSTEMİYOR"
Kaçış yoksa ne yapmalıyız?
- GDO’ya Hayır Platformu Türkiye’de biyogüvenlik mevzuatının oluşmasında oldukça önemli bir rol oynadı. Halk GDO konusunda son derece hassas. GDO tüketmek istemiyor. Platformumuzun halkımızın desteği ile yürüttüğü kampanyalar GDO konusunda karar vericiler üzerinde büyük etki oluşturuyor. Türkiye GDO’lu ürünlere muhtaç değil. Halkımızın direnci ile yeni GDO’ların ithalatının önü kapatılacak. Mevcutlar ise hukuki mücadelemiz sonucu iptal ettirilecek. Kaçış yoksa diye bir alternatif olamaz. Sonuna kadar mücadeleye devam.
"YOL KENARINA DÖKÜLEREK GDO EKİLDİĞİ TARTIŞMASI VAR"
Anneannelerimizden kalan tohumları eksek ve ürünlerini tüketsek GDO’dan kurtulmuş olur muyuz?
- GDO’lu tohumla üretim yapılmayan kimi ülkelerde dahi ithalat yoluyla ülkeye sokulan ürünlerin taşınması sırasında yol kenarına dökülerek çimlendiklerine dair çalışmalar mevcut. GDO’lu bir bitki tozlaşma yoluyla doğadaki yabani akrabalarını dahi döllemek suretiyle onların da genetik yapısını değiştirebiliyor. Aynı şekilde, bir köyde GDO’lu mısır ekilmesi durumunda köydeki diğer mısır tarlaları da risk altında. Bu yolla gen kaçışı olduğunu bilen GDO’lu tohum şirketleri diğer tarlalardan numune alıyor. Kendi genlerini tespit ettiklerinde tohumlarının patent hakkı ödenmeden ekildiğini gerekçe göstererek tazminat davaları açıyor ve kazanıyor. Gen kaçışından dolayı GDO’lu tohumun ekimine izin çıkması durumunda anneannemizin tohumları dahi bizi koruyamaz. Neyse ki Biyogüvenlik Kanunu Türkiye’de GDO’lu bitki ve hayvan üretimini yasaklamaktadır.
"KARACİĞER VE BÖBREĞE ZARAR VERİYOR"
Sürekli GDOlu gıda yersek ne olur?
- Bu yönde yapılmış bir çalışma maalesef yok. Bu nedenle kimi akademisyenlerin GDO’ların kaşıntı bile yapmadığı söylemi doğru değil. Hayvanlar üzerinde yapılan besleme çalışmalarında karaciğer ve böbrek tahribatları, kan şekerinde ve kolsterolde yükselme yaygın olarak görülen sorunlar. Ayrıca kimi çalışmalarda kısırlık ve tümör oluşumu da saptanmış durumda. Besin içeriği açısından yapılan bazı çalışmalardaysa insan sağlığı açısından son derece önemli bazı maddelerin ciddi boyutta azaldığı ya da yapılarında bozulma meydana geldiği görülmüştür. Hayvanlar üzerindeki çalışmalar hiç de iç açıcı değil. GDO yememekte fayda var.
GDO’dan ölen var mı?
- Kanada Sherbrook Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada 30 kadın ve 30 hamile kadın ile bunların karınlarındaki daha doğmamış bebeklerinden alınan kan örneklerinde GDO’lu bitkilerin ürettikleri toksin (zehir) tespit edilmiştir. Bunun neye yol açabileceği ancak o çocuklar doğup yaşamları takip edilirse tespit edilebilir. Dolayısıyla yapılmış bir çalışma ya da izleme olmaksızın insanlar üzerindeki etkilerden bahsetmek doğru olmaz. Bu durum netleşene kadar tedbirli davranılmalı ve GDO’dan uzak durulmalı.
"FARKINDA OLMADAN GDO'LU GIDA TÜKETİYORUZ"
Farkında olmadan GDO’lu gıda tüketiyor muyuz?
- Tükettiğimiz kesin. Basında yer alan haberlere göre insan gıdasında GDO yasak olmasına karşın GDO’lu fındık ezmesi toplatıldı. Şu anda bir mantı firmasının kullandığı soya davalık. Son olarak da bebek mamasında GDO tespiti yaşandı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tespitlerini hızlı bir biçimde kamuoyu ile paylaşmadığından dolayı gıdada GDO konusunda bir tedirginlik yaşanıyor. Halkımız GDO’lu gıda tüketmek istemiyor. Buna karşın GDO’lu yemle beslenen hayvanların eti, sütü, yumurtası hiçbir etiketlemeye dahi gerek duyulmadan tüketime sunuluyor. Bakan bu tür gıdaların etiketleneceği yönünde çalışma yaptıklarını yaklaşık 1.5 yıl önce yayın organlarında dile getirmesine rağmen hiçbir adım atılmadı.
"GDO'YU BAKARAK TADARAK ANLAMAK İMKANSIZ"
-Yanlış bildiğimiz doğrular neler?
- Bir kere GDO’lu bir ürünü-gıdayı bakarak, tadarak, koklayarak, elleyerek anlayabilmemiz mümkün değil. Hatta GDO tespitini normal bir gıda laboratuvarı dahi yapamıyor. Sanıldığı gibi dört köşe ya da çekirdeksiz karpuz, tüysüz şeftali, iri çilek, aynı boydaki domatesler, daha önce açıkladığım hibrit tohumlar GDO’lu değil. Diğer yandan GDO’lu tohumun verimi artırdığı ve tarım ilacı kullanımını azalttığı söylemleri de kesinlikle doğru değil.
"ESKİDEN EN UFAK GDO BULAŞMASI BİLE TÜRKİYE'DE YASAKTI ARTIK DEĞİL"
GDO konusunda mevzuatlarımız yeterli mi?
- Aslında genel itibarıyla baktığımızda bizdeki mevzuat dünyanın en sıkı mevzuatı. 3 yıl ile 12 yıl arasında değişen hapis cezaları içeriyor. Caydırıcı. Ancak yönetmelikte yapılan değişiklikler ile kanunun bu caydırıcı unsurları yumuşatılmaya çalışılıyor.
Türkiye teknik açıdan bu konuda yeterli mi?
- Yönetmelik değişikliği ile binde 9 eşik değer belirlenmeden önce sıfır tolerans uygulanıyordu. Yani en ufak GDO bulaşmasına izin verilmiyordu. Bu kapsamda miktara bakılmaksızın ‘var - yok’ testi yapılıyordu. Ancak, eşik değer belirlenmesi sonrasında miktar analizi yapılması gerekiyor. Var yok testi yapabilecek 30 civarı laboratuvar olmasına karşın miktar analizi yapabilecek sadece bir kaç laboratuvar var.
"EN TİTİZ GÖRÜNEN AB'DE BİLE GDO VAR"
Dünyada bu konuya en hassas davranan ülke hangisi?
-Böyle bir soruya net bir cevap verebilmek mümkün değil. En titiz gibi görünen AB’de de eşik değer olarak binde 9 uygulaması var. Bu değer herhangi bir bilimsel çalışmanın sonucu olarak belirlenmiş, altında ve üstünde ne olduğunun net verileri ortaya konmuş bir rakam değil. Sadece bazı kuralları oluşturabilmek amacıyla birkaç rakam arasından seçilmiş. GDO’ları üreten biyoteknoloji şirketlerinin ülkeler üzerinde çok büyük baskıları var. Gerek AB’de gerekse ABD’de GDO ile ilgili birimlerin biyoteknoloji şirketleri ile olan çıkar ilişkileri kendi ülkelerinde dahi son derece büyük sıkıntılar yaratmış. İşte bu noktada GDO’ya Hayır Platformu’nun mücadelesi ve halkımızın duyarlılığı aslında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın biyoteknoloji şirketlerine karşı elini güçlendirmekte.