İşte Öcalan'a göre HDP'nin alacağı oy
Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’un, Önder ile son siyasi durum hakkında yaptığı söyleşinin ikinci bölümünü bugün yayımlandı. Selin Ogun’un röportajı şöyle:
HDP İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder ile yaptığımız söyleşinin dün yayımlanan bölümünde, heyetin “süreç hükmünü yitirmiştir” açıklamasının arka planında yaşananları aktarmıştık. Söyleşinin bugünkü bölümünde Önder’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır mitingindeki açıklamaları, müzakerelerin gerçekleştiği İmralı adasına dair detaylar ve askerin sürece bakışı üzerine yanıtları yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batman ve Diyarbakır ziyaretlerinde DBP’li belediye başkanları programa katılmadı. Erdoğan, Gülten Kışanak’ın Kandil’den gelen talimatla, kendisini karşılamaya gelmediğini söyledi. Kandil’den bir talimat var mı?
Sabah akşam, Kürtlere, Kürt meselesine ve partilerimize, üç vurup tek sayan bir Cumhurbaşkanı’na niye gitsinler ki? Bunun için Kandil’den bir talimata gerek var mı? Sayın Erdoğan son konuşmalarında bir halkı ve onun değerlerini çok rencide etti, gidilmemesi normaldir. Ağrı-Diyadin, Mazıdağı, Roboski ve birçok yerde devletin aldığı seçim tutumu halkta büyük bir öfkeye yol açtı. Kandil’i bile aşan bir öfkeden bahsediyorum. Sonra Cumhurbaşkanı bir cumhurbaşkanı gibi değil, öfkeli bir parti lideri gibi davranıyor. Bu öfkesinin tek muhatabı da bizleriz. Nitekim başkanlar tarafından karşılanmadığı seçim mitinglerinde yine bize Zerdüşt demiş. Nefret söylemi dilini marifet sayıyor ama bilmediği şudur; kendisini dinleyen kalabalığın içinde de bizim partililerimizin akrabaları var. Halk bu sözleri en son Kenan Evrenler’den, Çiller’den, Doğan Güreş’ten duymuştu. Cumhurbaşkanı sürecin meşruiyetine saldırıyor, Kürt sorununu inkâr ediyor. Ve toplumdan, siyasal ve sivil aktörlerden reaksiyon alıyor. Yani siyasetin genel kuralı. Her yanlışın bir karşılığı var.
Erdoğan, “Bu sürecin mimarı benim. Onlar sözünde durmadı” dedi. HDP’ye ağır eleştiriler getirdi. “Elinden silahı bırakmayan, silahların gölgesinde particilik oynamaktan vazgeçmeyenlerin çözüm sürecini eleştirme hakkı yoktur” dedi. Ufukta ne var?
Gölgede duranın gölgesi olmaz! Milyonlara yaklaşan bir seçmen kitlesine de bir aşağılamadır bu. Soru basit: Biz bu süreci zaten elinde silah olanlara demokratik bir alan açmak için başlatmıştık! E sorarlar insana, silah orada da demokratik alan nerede? Söyleyeyim, demokratik alan matbaaya giderken düşmüş! Sonra? İnek içmiş! Sonra dağa kaçmış… Ufukta bu kadar hoyrat davranamayacakları, halk tarafından sandıkta sınırlanmış, haddi belirlenmiş bir AKPvar. Sonrasını kendilerinin bu süreçten çıkaracakları dersler belirleyecek. Biz barış ve demokrasi ısrarımızı sürdüreceğiz. Ne pahasına olursa olsun. Mimarlık ve müteahhitlik arasında çok önemli bir fark var. Mimarlık, fikir ve derinlik gerektirir. İlla ki bir mimar arıyorsak bu Öcalan’dır. “Müteahhit kimdir?” diye sorarsanız işte o da Cumhurbaşkanı ve kadrolarıdır. Elbette hepsi değil, bu işe inançla sarılanlar da vardı. Eminim şu an olanlar, onların da içine sinmiyor. Ufukta güzel şeyler olduğuna inanıyorum; AKP’li ya da AKP’siz bu süreç devam etmeli. Toplumda meşruiyet yüzde 70’i aşmışken Cumhurbaşkanı’nın dar siyasi hesapları için bu işi bir kenara itmeyecek kadar zekidir bizim halkımız.
Selahattin Demirtaş’ın “Diyanet” açıklamasının bölgede oy kaybına neden olabileceğini ifade edenlere katılır mısınız?
Farz edelim ki oy kaybettik bu yüzden. Yine de katlanırız buna. Yaklaşımımız ilkeseldir. İlkesel olan da bir hesap uğruna değiştirilemez. Biz AKP miyiz? Fakat bunu diyenlerin Kürt halk gerçekliğinden habersiz oldukları ortada. Bu halk yıllarca eşi benzeri olmayan sivil cuma namazlarını gerçekleştirdi. Her cuma camiler ümmetsiz kaldı, meydanlar tıklım tıklım.
Van’daki “Kan akan çeşme” bilboardlarına kırmızı kart verir misiniz?
Başarısız ve mübalağalı bir dert anlatma yöntemiydi.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Bu şaşkınlar cephesi var ya bunlar ruh ikizi. Biri Batı’nın, Türklerin HDP’si, biri Kürtlerin CHP ’si. Paralelci yapıya yeni Türkiye’de yer yok, bunlar ihanet şebekesi” dedi. Yüz yüze geldiğinizde bu konuları konuşuyor musunuz?
Biz yüz yüze geldiğimizde ciddi biçimde siyaset yapmayı tercih ediyoruz. En azından heyetimizin bakış açısı hep bu yönde oldu. Biz bu sürece tek bir anahtar kelime etrafında baktık hep: Ciddiyet. Akdoğan’ın sözlerinin tam da bu nedenle bu ciddiyet algısını seçimlere kurban eden bir algı olduğunu söylemek şart. İhanet şebekesi vs. gibi laflar, partiler arası benzetmelerse mesela AKP Türkiye’nin yeni İttihak ve Terakki Partisi olduğunu kanıtlamışken, “şu şuranın CHP’si, bu buranın HDP’si” gibi tanımlamalar peşinde koşmaları bana kalırsa gülünç oluyor. 1915 başta olmak üzere Osmanlı’nın son döneminin bütün utançlarına ortak olunuyor; üstüne bir de skandal üstüne skandal eklenmiş durumda. İhanet nasıl edilir? Elinizdeki gücü kötüye kullanmaktır ihanet. Barışı oy için satmaktır. Milliyetçi popülist bir söylemle Kürtler’in kaderini tankla çiğnemektir. Başkanlık gibi arzular için Türkiye’nin tecrübe ettiği en iyi şey olan barış sürecini elinin tersiyle itmek, Ağrı’da provokasyon yapmaktır. İhaneti en iyi tüm bunları yapanlar bilirler. Akdoğan’ın bize ve CHP’ye yönelttiği suçlamalara bakın, bizi hep bir kategoriye dahil ediyor. Biz de böyle konuşmaya başlarsak, bizim emin olun ihanetten çok daha sert ve doğruluğu mahkeme kayıtlarınca doğrulanmış kelimelerimiz var. Ne olacak? Bunlar hizalamayı çok severler. Aklınca hizalarsa tek atışta hepsini birden vuracaklar. Artık bu niyet lunaparkta çakmaksız tüfekle cansız ördek vurmaya benzer. Hükmü kalmamıştır. Bendeki karşılığı budur. Yüz yüze gelmedik ama geldiğimizde konuşuruz. Bizim yeni yaşam önerimizde bu saydıklarının hepsine Sayın Akdoğan’ın kendisi de dahil yer var. Dışlayan dışlanır. Bu yeryüzü cenneti gibi ülkemiz herkese yeter.
Öcalan, Hakan Fidan’ın gidişi ve MİT’e dönüşü ile ilgili olarak ne düşünüyor?
Siyasete atılmasını olumlu bulduğunu söylemişti. MİT’e geri dönüşü ile ilgili bir değerlendirme yapmadı.
İnanalım mı buna?
Bir açıklaması olsa söylerdim.
Fidan’ın MİT’e geri dönüşü “önemsiz” göründüğü için mi gündeminize gelmedi İmralı’da?
Görüşmelerdeki vakit darlığından bahsettim. Bir de Sayın Öcalan, bütün boyutlarıyla bilmediği meseleler üzerinden spekülatif değerlendirmeler yapmaz.
HDP’nin baraj altında kalması halinde Öcalan’ın B planı nedir?
Tüm görüşmelerimizde bütün seçim tahminlerini tutturan birisi. Bu seçim için “Yüzde 12’nin çok üzerindesiniz, baraj sorununuz olmamalı” değerlendirmesini yaptı. Onun kafasında, barajın altında kalma, senaryosu yok.
HDP’nin baraj altında kalması halinde HDP’nin bölgede temsili “Kürt meclisleri oluşturması” gibi başlıklar da gündeme geliyor. Buna bakışınız nedir?
Bunlar, HDP’ye dönük ilginin kesilmesine yönelik bir saldırı kampanyası. “Ayrılıkçılık” hatırlatması yaparak, ilk kez HDP’ye oy verecek seçmeni caydırma girişimidir.
Kısa süre önce Mesut Barzani ile Kandil arasında Şengal’daki kanton gündemi nedeniyle sert polemikler yaşandı. Öcalan, Barzani ve Kandil arasındaki polemiğe ne diyor?
Bütün sorunların çözümlenmesi için Kürt Ulusal Kongresi’nin acilen toplanmasını söylüyor. Bu tartışmaların büyümesinin, bu kongrenin eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyor.
Cumhurbaşkanı’nın sizi işaret eden “Süleyman Şah Türbesi’nden hareket halindeki tank arıza yapmış. Kalkıyor terör destekli partinin vekili diyor ki biz kurtardık tankı. Yalan! Sen ne anlarsın tankı tamir edip, orduya teslim etmekten?” sözlerine yanıtınız nedir?
Benim ağzımdan hiçbir yerde tank lafı çıkmadı. Sayın Erdoğan elinde böyle bir tank arızası olduğu ve YPG’lilerin yardımcı olduğu bilgisi olmalı ki, elindeki bilgiyle benim söylediklerimi karıştırmış. Bir lapsus durumu var. Süleyman Şah Türbesi’nin etrafını IŞİD sarmıştı, askerler mahsurdu. Bunu devlet temsilcileri “İcap ederse beş dakikada oradayız” diyerek açık ettiler. Türbenin taşınması gerekiyordu, PYD’den yardım istendi. Bu yardım istendiği zaman bizler arabulucuk ettik. PYD bu yardımı seve seve kabul etti. Dayanışma ve el birliği ile bu yapıldı. Bu bir milletvekilinin işi midir? Değildir, illegale işte böyle dahil olduk. Bu, ülkenin onurunu itibarını ayak altına aldırmamak için sorumlu bir davranıştır.
“Masayı devirirseniz, devreye Genelkurmay masası girer” demiştiniz. Son üç ayda Genelkurmay masası devreye girdi mi?
Elbette. Üstelik Genelkurmay da kendi içinde eskisi gibi yekpare değil. Mardin Mazıdağı’nda girdi, halk canlı kalkan oldu, durdurdu. Keza Roboski’de katırları itlaf ettiler, halk yine devreye girdi. Ağrı’da yaşananları keza Türkiye gördü. Öte yandan alandaki askeri yetkililer savaşmak istemediklerini ve kendilerinin buna zorlandığını, oradaki halkla paylaşıyorlar. Bu bilgiler bize geliyor. Biz bu savaşa inanmıyoruz, diyen komutanlar var bölgede. Tıpkı bir fırsat olsa da “savaşmalıyım” diyen komutanlar olduğu gibi.
Siz “savaşmak istemiyoruz” diyen bir komutanla yüz yüze geldiniz mi hiç?
Ben, değişik rütbelerde birçok asker ile görüşüyorum. Erinden generaline kadar. Siz bir ülkede kapı kilitleme usulü 60-70 generali içeri attırmışsanız, Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü lideri olarak yıllarca hapis yatırmışsanız subaylar sizin günlük savaş hesaplarınız karşısında bin kere düşünürler. Bakıyorlar İlker Başbuğ Paşaları o günden beri düzen tutmuyor. Adam kendisini Atatürk şiirleri yazmaya verdi. Yazıktır.
Ağrı için “İhaleyi askere yıkacaklardı, Genelkurmay tuzağa düşmedi” demiştiniz. Altını nasıl doldurursunuz?
Altını doldurmama gerek mi var? Ben o demeci verdikten yarım saat sonra Genelkurmay Ağrı halkına teşekkür etti. Ve Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı tekzip ettiler.
İmralı heyetinin “Süreç hükmünü yitirmiştir” açıklamasına henüz hükümetten toplu bir yanıt gelmedi. Sizde şu ana dek nasıl bir bilgi var?
Açıklamamızı değerlendirdiklerini, hükümetin toplantılar yaptığını biliyoruz. Hükümet Sözcüsü “İzleme Komisyonu’nun gereğine inanıyoruz. Söz verdik” dedi. Şimdi “Bu sözü yiyecek miyiz, yemeyecek miyiz”in değerlendirmesini yapmakla meşguller. Göreceksiniz söylediklerimin aslına dair bir tutum alamayacaklar. Etrafında gezip duracaklar.
İmralı’daki görüşme anlarınızla ilgili gözümüzde nasıl bir atmosfer canlansın? Görüşme salonunda mesela televizyon, telefon var mı?
Bu dediklerinizin hiçbiri yok. Son halini söylüyorum. Genişçe bir salon, o salonda bir masa, odanın bir köşesinde bir çay makinesı. Son tahlilde bir cezaevi orası. Menderes’e darağacı kurulmuş yoldan geçerek giriyoruz içeri. Saray olsa ne yazar?
Çayınızı kendiniz alıyorsunuz?
Kendimiz alıyoruz. Çay hapishanelerin milli içkisidir.
Yemek molası oluyor mu?
Hayır, hatta çay için de mola vermiyoruz. Genellikle öğlen saatlerinde orada oluyoruz. Etraflıca hatır sormaya bile vakit yok. Hemen görüşmeye geçiyoruz. En uzun görüşmemiz dört buçuk saat sürdü.
Adaya inince sizi asker mi karşılıyor?
Bizi cezaevi müdürü karşılıyor. Rutin cezaevi kontrollerinden geçerek doğrudan, ana bloka giriyoruz. Oradan da görüşme için tahsis edilen odaya geçiyoruz. Odaya girdiğimizde, masaya geçmeden, ayakta sağlığını soruyoruz, o da bizimkini soruyor. Oturduğumuzda, Sayın Öcalan saatini çıkarıp, masaya koyuyor. Hazırladığı gündemi konuşmaya başlıyoruz. Takibinde biz gündemimizi aktarıyoruz. Mesajlarını alıyoruz.
“Sırrı Süreyya Önder’in Meclis’e kravatsız, İmralı’ya kravatlı gitmesi ne büyük çelişki” eleştirisine ne diyorsunuz?
Meclis’te kravatsız olsanız, oturumu yöneten başkanvekili sizi dışarıya davet etmek durumunda kalır. Bunlar, IQ’sü ayakkabısı numarasından küçük insanların bakışıdır.
Birkaç yıl evvel sizin, Genel Kurul’a kot pantolon ve kravatsız girdiğiniz haberleşmişti. Bu tartışmaya nasıl nokta koyarsınız?
Daha önce de söylemiştim, hiçbir vekilin değeri giyimine, kuşamına ya da dış görünüşüne göre biçilemez. Bu kuralın tarihine bakın, Meclis’teki saygınlığı sağlama konusunda bir işlevi olmuş mu? Küfürlerin havada uçuştuğu, iktidar partisi vekillerinin muhalif vekillere saldırdığı parlamentonun resmi kıyafeti spor eşofman olsa şu anki ruhuna daha uygun olur belki. Söylediklerim elbette işin şaka kısmı; ben kısacık bir işimi hallettim ve kıyamet kopmadı o gün. Parlamenter sistemin krizi kıyafetlerde değil barajlarda aranmalı. Avrupa meclislerine bir bakın. Hepsi kendilerine neyin yakıştığını düşünüyorsa onu giyiniyorlar. Bu eski okullardaki üç numara tıraş uygulaması gibi, bazen komik, çoğunlukla saçma.
Cihangir’den Feriköy’e taşınmışsınız. İkamet değişikliğinde, Kandil’in “Beyoğlu’ndaki marjinaller” çıkışını ilişkilendirenler haklı mı?
(Gülüyor)Ankara’dan aday olacağım kesinleşince İstanbul’daki evi küçültmek durumunda kaldım. Feriköy’de akrabalarımın yanına geçtim. Şimdi ikametim Ankara.
Kandil’e karayoluyla gidiyorsunuz siz.
İstanbul’dan Kandil’e gittiğimde 2550 kilometre. Ankara’dan gittiğimde 2 bin kilometre. Doğru, karayoluyla gidiyorum. Gidiş-dönüş beş bin kilometre oluyor. Sanırım Meclis’te bir tek ben ve Sayın Bahçeli uçağa tenezzül etmiyoruz. Gerçi kendisi Almanya’ya giderken bu ambargoyu kaldırdı, ben tek kaldım. Artık yaşlanıyorum. Eski dayanıklılığım kalmadı. Ben de gözden geçirmeliyim galiba. Ama umuyorum ki oradakiler evlerine yurtlarına dönerler ben de bu uzun yol şoförlüğünden kurtulurum.
Ne kadar yol yaptınız İmralı-Kandil hattında?
Yaklaşık 180 bin kilometre. Ama sadece yorgunluk diyerek haksızlık etmeyeyim. Çok geniş ve kırkambar bir müzik dinleme fırsatı oluyor. Bir de yol istasyonlarında kendimce kamuoyu yoklamaları yapıyorum. Aydınlatıcı oluyor. Asker, polis, garson, şoför, yolcu, gümrükçü, yolcular, Çerkez köyleri, Türkmenler, Tatarlar… Kapsama alanına bakar mısınız?